14 Aralık 2014 Pazar

Moğollar, Cengiz ve Türklük

Mogollar

Milli şuurun ve ilmi tarihçiliğin hala gereğince gelişememesi, dini taassubun hala ruhlara hükmetmesi dolayısıyla tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır.
Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman’la Şarlken’i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır.
Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir”den “mahlukat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü.
Artık ilmi bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
Burada tafsilata girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim:
1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen  “budun” lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylardır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.
3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasi bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.

4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.
5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türklerle Moğolların ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.
6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçesiyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşahla birlikte Anadoluya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.
7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicri 843 de yazılıp yayınlanan bir tarihi takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihi Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi).
Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türke düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türklerini veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını milli bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumi bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.
8- Türklerle Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türktü. Çengizin Türklüğü tarihi geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941 de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)
Çengiz Kaan’ı 1221 de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir uruktur. Çengizin tipi hakkındaki tarihi bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengizin aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçede “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.Çengizin ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengizin oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçedir.
10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryani tipinde değildi. Klasik Türk tipi bazı sahtekarların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryaniler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihi tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Miladi 1114 de, yani daha Çengiz’in ve Moğolların ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşeri’ nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın:
“O ne kutlu bir gündü ki Yafes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.”
 

“Türk neslinden bir güzel kız beni kendi isteğimle ölüme doğru götürmektedir. O kızın kendi fettan, gözleri de öldürücüdür. Zaten Türkün öldürücülüğü meşhur değil midir? Bu kızın kardeşinin kılıcı ne kadar kesici ve öldürücü ise de bu hususta onun gözü erkek kardeşinin kılıcından daha kesicidir. Kardeşi, aldığı esirleri azad ederse de bunun esirleri azad kabul etmez. Kardeşi bazı insanların kanını dökerse de bu herkesin kanını dökmektedir. Kardeşinin elinde kâfirler feryad etmektedir. Bu ise müslümanları inletmektedir. Ben onun hicranı ile ağladıkça o benim karşımda güler ve güldüğü vakit büsbütün darlaşan gözleri kalbimi yaralar.”
 “Su’da (1) ya şöyle söyle: Bizim sana ihtiyacımız yoktur ve biz iri siyah gözlüleri istemeyiz. Dar gözler ve dar gözlüler bizim düşüncemizi ve hayalimizi doldurmuşlardır. Onlar baktıkları vakit yalnız gözlerinin siyahlıkları görünür.Fakat gülecek olurlarsa o siyahlık da görünmez olur. Türk yüzü ki Tanrı onları kem gözden esirgesin-gökteki ay gibidir”
(Atsız Mecmua, Sayı: 15, 15 Temmuz 1932, Sayfa: 66-67.)
11- Oğuzların da vaktiyle tam klasik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes’udî”nin kaydıdır. Mes’udi “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzların torunları olan bugünkü Türkiye Türklerinin arasında da bu tipin tam veya biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır.
12- Aksak Temirin Türkiye Türkleri ile çarpışmasını bir milli dava haline getirmeye çalışmak millş bir ihanetten başka bir şey değildir. Aksak Temir’in Yıldırım Bayazıda karşı savaşan ordusunda pek çok Doğu Anadolulu Türkmen vardı.
Bu savaş gerçekte Osmanlı-Karaman, Osmanlı – Akkoyunlu, Osmanlı – Safevi vuruşmaları gibi bir iç savaştır. Osmanlı – Karaman ve Osmanlı – Safevi savaşlarında gösterilen sertlik Osmanlı – Çağatay savaşındakini bastıracak niteliktedir. Bu çarpışmalar Türk tarihinin oluşundaki bir kader sonucudur.Türk tarihi pek çok iç çarpışmalarla doludur. Nitekim Osmanlı tarihinde de prensler arasındaki kıyıcı savaşlar büyük bir bölüm teşkil eder.
13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin”e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin”in veya Gök Türkler”in de “Moğol” olduğu iddia edilemez.
14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu”l-Ma-âlîyi”r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.”
Buradaki Çin”den maksat uzakdoğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarlar”ın Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir.
15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türkten başka bir şey diye düşünmek imkansızdır.
Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek’i Türkten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir.Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını milli düşman diye ilan edemezler.
Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur.
Türklerden bazılarını milli düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur.Bu baltalama, tarihi düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.

Tanju SARIKİRAZ - SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Bu siteyi kurma amacımız, temel bilgi teknoloji kullanımı dersi içindir. Tarih bölümü öğrencisi olarak Türk Tarihini anlatan bir site kurmayı planladım. Yayınladığım bilgilerden faydalanmanız dileğiyle...
Site Kurucusu: Tanju Sarıkiraz

Halaç Türkleri

Halaç Türkleri
Halaç Türkleri

Pencikend Devleti Halaç Türkleri tarafından 603 yılında kuzeydoğu İran bölgesinde kurulmuş bir Türk devletidir. Soğd bölgesini ve Fergana bölgesini de hakim olmuş bir devlettir. Genellikle Emevilere karşı savaşmışlardır. Soğd bölgesi halkı giderek Türkleşmiştir. Daha sonra Göktürklerin parçası olmuştur.
Azerbaycan Türklerinden sonra, İran’ın kaderine hâkim olan iki Türk boyundan burada kısaca bahsetmek gerekiyor. Bunlar, Nadir Şah’ı sinesinden çıkaran Afşar Türkmenleri ile İran’da ikinci uzun ömürlü hanedanı kuran Kaçar Türkleridir. Afşarlar bilindiği gibi, ana Oğuz boylarından birini teşkil ediyorlardı. Bir kısmı Selçuklular ile birlikte Anadolu’ya gelip yerleşen Afşarların, diğer kısmı

13 Aralık 2014 Cumartesi

Zengiler

Zengi

Zengiler Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kumandanı, Aksungur’un oğlu İmadeddin Zengi tarafından el-Cezire ve Suriye’de kurulan atabeylik.
Irak Seçluklu Sultanı Mahmud, iki oğluna atabey tayin ettiği Zengi’yi 1127 senesinde Musul Valisi yaptı. Atabey Zengi Musul’a hakim olunca, büyük ve kuvvetli bir devlet kurmaya çalıştı. Niyeti, önce bölgeyi hakimiyeti altına alıp, sonra Haçlılarla mücadele etmekti. Bu yüzden Diyarbekir ve Suriye’nin Arap ve Türk hakimlerine karşı bir fetih siyaseti takip etti. Aynı siyaseti Haçlılara karşı da uyguluyordu. Arzusunu gerçekleştirmek için harekete geçen Zengi; Sincar, Habr, Nusaybin ve Harran’ı ele geçirdi. Arkasından Haleb’e hakim oldu (1128). Bu durum Haçlıların Haleb üzerindeki arzularına da son verdi. Zengi’nin Dımaşk’ı (Şam’ı) alması için önce Hama ile Humus’u ele geçirmesi gerekiyordu. 1130 senesinde Hama’yı ele geçirdi ise de, Humus önünde başarılı olamayarak, Musul’a döndü.

Türklerde Kadın


Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.
Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrı’ya insanları ve dünyayı yaratması için Fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi’nde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar.

12 Aralık 2014 Cuma

Ön Türkler

Ön Türkler ya da Prototürkler, Göktürkler’den önceki tarih devirlerinde (6. yüzyıldan önce) var olmuş ve sonradan Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan, Türk dil ailesine mensup diller konuştukları tahmin edilen topluluklar. Bazı bilim adamları, antik Çin yazılarında sözü edilen “Tue’kue” [1] sözcüğünün Türk anlamına geldiğini kabul ederler, ve “Türk” olgusunu milattan önceki yüzyıllara kadar geri götürmenin mümkün olduğu görüşünü savunurlar.
Ancak çoğu batılı bilim adamı, M.S 6. yüzyıl ortalarında Göktürk Kağanlığı’nın ortaya çıkışından önceki dönem için “Türk” sözcüğünü kullanmaz ve bundan daha eski olan ve Türklerle akraba olan halklara Prototürk veya Ön Türk adını verir. İlk Türk dili konuşanlar yaklaşık 10.000 yıl önce son buzul çağı sona ermeye, eriyen buzulların suları alçalmış olan denizleri tekrar doldurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar var olmuş olan Asya – Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir.Türklerin de en eski ataları

Kül Tigin Yazıtı

Kültigin Yazıtı

Kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularının ifadesi olan bu yazıt, 732 yılında Bilge Kağan tarafından kardeşi adına diktirilmiştir. Köktürklerin birinci dönemdeki şevket devrini, daha sonra nasıl zayıflayıp Çin’e tutsak olduklarını, Çin esaretinden kurtuluşlarını ve nihayet Köl Tigin’in kahramanlıklarla dolu hayatını anlatır.
Kül Tigin, İlteriş Kağan’ın oğlu ve Bilge Kağan‘ın kardeşidir. Amcası Kapgan Kağan’ın ölümünden sonra tahta ağabeyini oturtmak için Kapgan Kağan’ın oğullarıyla mücadele eden Kül Tigin, ağabeyiyle birlikte Büyük Okyanus’tan Afganistan’daki Demir Kapı’ya; Tibet’ten Sibirya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada birçok kavim üzerine 20′den fazla akın düzenlemiş, Türk tarihinin en büyük kahramanlarından biridir.