14 Aralık 2014 Pazar

Moğollar, Cengiz ve Türklük

Mogollar

Milli şuurun ve ilmi tarihçiliğin hala gereğince gelişememesi, dini taassubun hala ruhlara hükmetmesi dolayısıyla tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır.
Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman’la Şarlken’i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır.
Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir”den “mahlukat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü.
Artık ilmi bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
Burada tafsilata girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim:
1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen  “budun” lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylardır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.
3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasi bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.

4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.
5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türklerle Moğolların ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.
6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçesiyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşahla birlikte Anadoluya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.
7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicri 843 de yazılıp yayınlanan bir tarihi takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihi Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi).
Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türke düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türklerini veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını milli bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumi bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.
8- Türklerle Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türktü. Çengizin Türklüğü tarihi geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941 de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)
Çengiz Kaan’ı 1221 de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir uruktur. Çengizin tipi hakkındaki tarihi bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengizin aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçede “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.Çengizin ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengizin oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçedir.
10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryani tipinde değildi. Klasik Türk tipi bazı sahtekarların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryaniler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihi tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Miladi 1114 de, yani daha Çengiz’in ve Moğolların ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşeri’ nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın:
“O ne kutlu bir gündü ki Yafes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.”
 

“Türk neslinden bir güzel kız beni kendi isteğimle ölüme doğru götürmektedir. O kızın kendi fettan, gözleri de öldürücüdür. Zaten Türkün öldürücülüğü meşhur değil midir? Bu kızın kardeşinin kılıcı ne kadar kesici ve öldürücü ise de bu hususta onun gözü erkek kardeşinin kılıcından daha kesicidir. Kardeşi, aldığı esirleri azad ederse de bunun esirleri azad kabul etmez. Kardeşi bazı insanların kanını dökerse de bu herkesin kanını dökmektedir. Kardeşinin elinde kâfirler feryad etmektedir. Bu ise müslümanları inletmektedir. Ben onun hicranı ile ağladıkça o benim karşımda güler ve güldüğü vakit büsbütün darlaşan gözleri kalbimi yaralar.”
 “Su’da (1) ya şöyle söyle: Bizim sana ihtiyacımız yoktur ve biz iri siyah gözlüleri istemeyiz. Dar gözler ve dar gözlüler bizim düşüncemizi ve hayalimizi doldurmuşlardır. Onlar baktıkları vakit yalnız gözlerinin siyahlıkları görünür.Fakat gülecek olurlarsa o siyahlık da görünmez olur. Türk yüzü ki Tanrı onları kem gözden esirgesin-gökteki ay gibidir”
(Atsız Mecmua, Sayı: 15, 15 Temmuz 1932, Sayfa: 66-67.)
11- Oğuzların da vaktiyle tam klasik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes’udî”nin kaydıdır. Mes’udi “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzların torunları olan bugünkü Türkiye Türklerinin arasında da bu tipin tam veya biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır.
12- Aksak Temirin Türkiye Türkleri ile çarpışmasını bir milli dava haline getirmeye çalışmak millş bir ihanetten başka bir şey değildir. Aksak Temir’in Yıldırım Bayazıda karşı savaşan ordusunda pek çok Doğu Anadolulu Türkmen vardı.
Bu savaş gerçekte Osmanlı-Karaman, Osmanlı – Akkoyunlu, Osmanlı – Safevi vuruşmaları gibi bir iç savaştır. Osmanlı – Karaman ve Osmanlı – Safevi savaşlarında gösterilen sertlik Osmanlı – Çağatay savaşındakini bastıracak niteliktedir. Bu çarpışmalar Türk tarihinin oluşundaki bir kader sonucudur.Türk tarihi pek çok iç çarpışmalarla doludur. Nitekim Osmanlı tarihinde de prensler arasındaki kıyıcı savaşlar büyük bir bölüm teşkil eder.
13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin”e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin”in veya Gök Türkler”in de “Moğol” olduğu iddia edilemez.
14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu”l-Ma-âlîyi”r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.”
Buradaki Çin”den maksat uzakdoğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarlar”ın Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir.
15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türkten başka bir şey diye düşünmek imkansızdır.
Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek’i Türkten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir.Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını milli düşman diye ilan edemezler.
Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur.
Türklerden bazılarını milli düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur.Bu baltalama, tarihi düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.

Tanju SARIKİRAZ - SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Bu siteyi kurma amacımız, temel bilgi teknoloji kullanımı dersi içindir. Tarih bölümü öğrencisi olarak Türk Tarihini anlatan bir site kurmayı planladım. Yayınladığım bilgilerden faydalanmanız dileğiyle...
Site Kurucusu: Tanju Sarıkiraz

Halaç Türkleri

Halaç Türkleri
Halaç Türkleri

Pencikend Devleti Halaç Türkleri tarafından 603 yılında kuzeydoğu İran bölgesinde kurulmuş bir Türk devletidir. Soğd bölgesini ve Fergana bölgesini de hakim olmuş bir devlettir. Genellikle Emevilere karşı savaşmışlardır. Soğd bölgesi halkı giderek Türkleşmiştir. Daha sonra Göktürklerin parçası olmuştur.
Azerbaycan Türklerinden sonra, İran’ın kaderine hâkim olan iki Türk boyundan burada kısaca bahsetmek gerekiyor. Bunlar, Nadir Şah’ı sinesinden çıkaran Afşar Türkmenleri ile İran’da ikinci uzun ömürlü hanedanı kuran Kaçar Türkleridir. Afşarlar bilindiği gibi, ana Oğuz boylarından birini teşkil ediyorlardı. Bir kısmı Selçuklular ile birlikte Anadolu’ya gelip yerleşen Afşarların, diğer kısmı

13 Aralık 2014 Cumartesi

Zengiler

Zengi

Zengiler Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kumandanı, Aksungur’un oğlu İmadeddin Zengi tarafından el-Cezire ve Suriye’de kurulan atabeylik.
Irak Seçluklu Sultanı Mahmud, iki oğluna atabey tayin ettiği Zengi’yi 1127 senesinde Musul Valisi yaptı. Atabey Zengi Musul’a hakim olunca, büyük ve kuvvetli bir devlet kurmaya çalıştı. Niyeti, önce bölgeyi hakimiyeti altına alıp, sonra Haçlılarla mücadele etmekti. Bu yüzden Diyarbekir ve Suriye’nin Arap ve Türk hakimlerine karşı bir fetih siyaseti takip etti. Aynı siyaseti Haçlılara karşı da uyguluyordu. Arzusunu gerçekleştirmek için harekete geçen Zengi; Sincar, Habr, Nusaybin ve Harran’ı ele geçirdi. Arkasından Haleb’e hakim oldu (1128). Bu durum Haçlıların Haleb üzerindeki arzularına da son verdi. Zengi’nin Dımaşk’ı (Şam’ı) alması için önce Hama ile Humus’u ele geçirmesi gerekiyordu. 1130 senesinde Hama’yı ele geçirdi ise de, Humus önünde başarılı olamayarak, Musul’a döndü.

Türklerde Kadın


Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.
Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrı’ya insanları ve dünyayı yaratması için Fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi’nde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar.

12 Aralık 2014 Cuma

Ön Türkler

Ön Türkler ya da Prototürkler, Göktürkler’den önceki tarih devirlerinde (6. yüzyıldan önce) var olmuş ve sonradan Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan, Türk dil ailesine mensup diller konuştukları tahmin edilen topluluklar. Bazı bilim adamları, antik Çin yazılarında sözü edilen “Tue’kue” [1] sözcüğünün Türk anlamına geldiğini kabul ederler, ve “Türk” olgusunu milattan önceki yüzyıllara kadar geri götürmenin mümkün olduğu görüşünü savunurlar.
Ancak çoğu batılı bilim adamı, M.S 6. yüzyıl ortalarında Göktürk Kağanlığı’nın ortaya çıkışından önceki dönem için “Türk” sözcüğünü kullanmaz ve bundan daha eski olan ve Türklerle akraba olan halklara Prototürk veya Ön Türk adını verir. İlk Türk dili konuşanlar yaklaşık 10.000 yıl önce son buzul çağı sona ermeye, eriyen buzulların suları alçalmış olan denizleri tekrar doldurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar var olmuş olan Asya – Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir.Türklerin de en eski ataları

Kül Tigin Yazıtı

Kültigin Yazıtı

Kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularının ifadesi olan bu yazıt, 732 yılında Bilge Kağan tarafından kardeşi adına diktirilmiştir. Köktürklerin birinci dönemdeki şevket devrini, daha sonra nasıl zayıflayıp Çin’e tutsak olduklarını, Çin esaretinden kurtuluşlarını ve nihayet Köl Tigin’in kahramanlıklarla dolu hayatını anlatır.
Kül Tigin, İlteriş Kağan’ın oğlu ve Bilge Kağan‘ın kardeşidir. Amcası Kapgan Kağan’ın ölümünden sonra tahta ağabeyini oturtmak için Kapgan Kağan’ın oğullarıyla mücadele eden Kül Tigin, ağabeyiyle birlikte Büyük Okyanus’tan Afganistan’daki Demir Kapı’ya; Tibet’ten Sibirya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada birçok kavim üzerine 20′den fazla akın düzenlemiş, Türk tarihinin en büyük kahramanlarından biridir.

11 Aralık 2014 Perşembe

Tataristan

Rusya Federasyonuna bağlı özerk Türk devletidir. Volga Nehri havzasının orta kesiminde. Volga ve Kama nehirlerinin birleştiği noktanın çevresinde yer alır. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir.
Kazan Tatarları, İdil-Kama Bulgarlarıyla 13. yüzyılda Orta Asya’dan bu bölgeye gelen Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Bir Türk boyu olan Bulgarlar 7. yüzyılda bu bölgeye yerleşmeye başladılar. Dokuzuncu yüzyılda bir devlet kurdular. İslamiyet’i resmen 922′de kabul ettiler. Moğol istilasından sonra bölgede kurulan Altınordu Devletinin hakimiyeti altına girdiler. On beşinci yüzyılın ikinci yarısında Altınordu Devleti yıkıldı ve hakim olduğu bölgelerde Kazan, Kırım, Kasım, Astırahan, Sibir Hanlıkları ve bağımsız Nogay Uruğları ortaya çıktı. Uzun mücadelelerden sonra Ruslar Kazan Hanlığını yıkarak bölgeye hakim oldular (1522).

Hurriler


Mezopotamya ‘da büyük bir imparatorluk vücuda getiren Sami kökenli Akkadların vesikalarından öğrenildiğine göre, M.Ö. 3. binyılın sonlarında Mardin merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Kuzey Mezopotamya ‘daki Musul ve Kerkük dolaylarında Hurriler adıyla anılan bir kavim oturuyordu.
Hurri dili üzerinde yapılan filolojik tetkikler,bu kavmin dilinin Asya kökenli dillerden olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca bu dilin, M.Ö. 9-6. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu ‘da güçlü bir devlet kuran Urartu kavminin diline benzediği, bir başka deyişle M.Ö. 1. binyılda karşımıza çıkan Urartularla M.Ö. 3. binyıl Akkad metinlerinden tanıdığımız Hurrilerin akraba oldukları tespit edilmiştir.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Türgişler


Çin kaynaklarında Tou-k’i-che, Tou-kiue-chel (Fransızca transkripsiyonu ve T’u-k’i-schi (Almanca transkripsiyonu) şekillerinde yazılan isim, sinologlar tarafından “Türgeş” şeklinde telaffuz olunmuş, ayrıca İslam kaynaklarında “Türkeş” ve “Türkiş” şekillerinde yazılmış olup en eski yazılı Türk metinleri olan “Eski Türk Yazıtları’nda “Türgiş” ve bundan bir süre sonra kağıt üzerine yazılı… Uygur vesikalarında yine “Türgiş” şeklinde kaydedilmiştir. Bu durumda, birçok araştırıcının yaptığı gibi en eski vesikalar içerisinde kendi ana kaynaklarımız olan Göktürk ve Uygur eser ve metinlerindeki “Türgiş” telaffuz şeklini benimsemek, menşei Türk olan ve Türkçe konuşmuş bulunan bu eski Türk boyunun adını tespitte en doğru yol olacaktır.
Mevcut en eski metinler içerisinde yazılış şekilleri ne kadar farklı bulunursa bulunsun Türgiş kelimesinin kökünde “Türk” sözünün yattığı aşikârdır. Bu noktadan hareketle Türtiş şeklinde geliştiği ve bugünkü imlasını aldığı nazariyesi de kuvvet kazanmaktadır. Türgiş sözünün manası hakkında bugüne kadar ortaya bir görüş atılamadı. Bu haliyle “güç, kuvvet” anlamına gelen Türk kelimesi ile Türgiş sözcüğü arasında mana bakımından bir bağlantı kurmak mümkündür.

Tengricilik


Tengricilik ya da Göktanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıdır. Tengri’ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm ve atalara ibadet etmek bu inancın ana hatlarını oluşturur. Tengri, bugünkü Türkçe’deki Tanrı kelimesinin eski söyleniş şeklidir.

Bu inanca göre Gök’ün yüce ruhu Tengri’ydi. İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bu cisimlere yöneltirlerdi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli ruhların var olduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı. Eğer bu denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa, bir şamanın yardımı ya da Tengri’ye verilen bir adak ile tekrar düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.

9 Aralık 2014 Salı

Turki ve Turukkular

Ancak çok daha eski tarihlerde Anadolu’da Türk varlığını işaret eden bulgular bugün gün ışığına çıkmıştır.
Değerli bilim adamı Prof. Dr. A. Haluk Çay’ın bu konuda verdiği her satırı belgeli bilgi şudur:
“M.Ö. 2350-2150 yılları arasında Mezopotamya’da büyük bir devlet kurmuş olan Akad hükümdarlarından Naram Sin’e ait “Mücadelenin kralı” anlamında “Şartamhari metni” olarak bilinen yazılı kaynak Anadolu’daki Türk varlığı bakımından oldukça önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Bu belgenin üç kopyası olup, ilki Mezopotamya’da Babilde, ikinci Mı-sırda Tel el-Amama’da,

Uygur Türkleri

Bugün komünist Çin’in hakimiyetinde olan ve M.Ö. 5. yüzyıla kadar uzanan tarihleriyle en eski Türk kavimlerinden biridir ve yerleşik kent yaşamına ilk geçen Türklerdir.
Tarih içinde kendi devletlerini kurmuşlar, Göktürkler ve Moğollar’a karışmışlar, Maniheizm ve Budizm dinlerinin etkisinde kalmışlar ve sonra Müslüman olmuşlardır. 1865’de Çin’e karşı bağımsızlıklarını kazanmışlarsa da 1877’den sonra Çin’in esaretine girmişler, 1950’de komünist Çin işgaline uğramışlardır. Bugün özerk bölge Sincan Uygurları denilen yerde yaşamakta, istiklal mücadelesi vermektedirler

8 Aralık 2014 Pazartesi

Ulubatlı Hasan


Ulubatlı Hasan Gerçek mi, Yoksa Efsanevi Bir Karakter mi ?
“Ulubatlı Hasan o dönemin kaynaklarında yer almamaktadır. İstanbul’un fethi sırasında bizzat bulunan Bizanslı tarihçi Francis’in orijinal eserinde Ulubatlı Hasan’ın ismi geçmiyorken, daha sonraki tarihlerde Francis’in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos’un yazdığı kitapta yer almaktadır. Melissinos, Francis’in eserine yaklaşık dört misli daha ilave yapmıştır. Bunlardan biride İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı (Lupadionlu) Hasan’dır. Birçok tarihçi ve araştırmacı, Melissinos’un eseri renklendirmek için bu tür hikayeler uydurduğu ve Ulubatlı Hasan’ın aslında hayali olduğu kanaatindedir. Bir diğer dayanak ise şehrin fethedilişi sırasında o kargaşada surlara bayrağı ilk diken kişinin isminin sağlıklı bir şekilde zikredilmesinin mümkün olmayacağıdır.

Nogay Türkleri

Nogay Türkleri
Nogay Türkleri

Nüfus : 1.030.000
Bulundukları başlıca şehirler : Rusya Federasyonuna bağlı Astarhan, Terek, Kızılyar, Açıkulak, Perekop, Çelyabinsk; Bulgaristan’ın Şumnu, Dobruca ve Türkiye’nin Ankara -Polatlı, Şereflikoçhisar, Konya-Kulu, İstanbul, Osmaniye, Adana, Çorum, Eskişehir, Bursa, Kütahya, Gaziantep, Isparta-Senirkent şehirlerinde yaşamaktadırlar.
Siyasi ve idari konumları : Bulundukları ülkenin idari yapısına uymaktadırlar.
Tarihçe

Kazaklar

Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş ülkelerinden birisi olan Kazakistan Doğu’da doğu Türkistan (ÇHC), güneyde Kırgızistan ve Özbekistan, batıda Hazar denizi, kuzeyde Rusya Federasyonu ile çevrilmiş olup, yüzölçümü 2.717.000 km2’dir.
Genelde büyük düzlükleri ihtiva eden Kazakistan coğrafyasını platolar, tepelikler, ovalar ve dağlar kaplamaktadır. Ülkenin batı ve güneybatı kesimlerine hakim olan Hazar çöküntüsünün güneyinde Üst-yurt yaylası, Mankışlak yarımadasında ise Karadağ ve Akdağ uzanır. Daha doğudaki Ural platosu ile Mugadjar tepeleri Hazar çöküntüsünü Turan ovasından ayırır. Batı kesiminde Uludağ, doğu kesiminde ise Cengiz dağları uzanmaktadır. Altay sıradağlarının uzantısı olan Tıgırek, Listugaay ve Halzum sıradağları doğudan Narum-Kolbin sisteminin uzantısı olan Tarbatagay sıradağları, güneyden Cungarya Aladağları ile Balkaş gölünün güneyinden Kazakistan’a girer. Kazakistan sınırlarında yükselen Tanrı dağlarının kuzeybatısında Cu-İli dağları uzanmaktadır.

7 Aralık 2014 Pazar

İstanbul kelimesinin kökeni

İstanbul

 CONSTANTİNOPOLİS ‘ciler !..

Batı’nın büyük hayallerinden biri, Bizans’ı yeniden kurmaktır. Bu amaçla her fırsatta
” Konstatinopl ” derler…
Dinsel kişiler ise , bu adın – kökeninin Grek olduğunu anımsatmak için- tamamını söylerler : KONSTANTİNOPOLİS…Patrik sınıfı , dinsel kişiler buna dikkat ederler.
Bu kentin tarihteki ilk adının, OY-OĞ olduğunu ve bu adın, Marmara bölgesinde ilk kurulan Ön-Türk ÖDÜS’ü ( devleti ) OY-URTUM ATIN’ın başkenti olduğunu görmüştük.

Bundan sonraki adın ise, İSTANBUL oluğunu fakat bu adın, 18’nci yüzyılda yaşamış olan Selanikli gramerci Romanos Nikeferos’un , Grekçe , ” şehre” demek olan EİS-TİN POLİN’den uydurduğunu yazmıştık. Anlattığına göre, Türkler şehrin kapısına geldiklerinde nöbetçi sorarmış:

nereye gidiyorsun?..;Türk de cevap verirmiş
EİS-TİN POLİN …Şehre?…Bu yutturma çok ciddi bilimsel kitaplarda yer almıştır.
Yalnız tüm dünya değil, bizim tarihçiler de bunu kabullenmişlerdir…Ne acı ?..
Tarihe bir göz atalım;

İlk Beyin Ameliyatı ve Mumyacılık

Türk Mumyası

Antik Türk Uygarlığı-İlk Beyin Ameliyatı ve Mumyacılık
29 Haziran 2002 tarihli Ceviz Kabuğu TV Programına telefonla bağlanan Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın şunları anlatıyor:
1984 yılında Çin’i ziyaretim sırasında(bizi) Turfan’a götürdüler.Orada bizi gezdirirken mumya bulduklarını söylediler ve biz mumyaları gördük. O gördüğümüz mumyaların Mısır’daki mumyalardan çok farklı olduğunu ifade ettiler, yani teknoloji olarak, yapımı olarak Mısır’daki mumyaların önünde olduğunu. Bu mumyalardaki üstünlüğü bilim adamları ortaya koymaya başladılar. Bilim adamlarının ortaya koydukları bir gerçek var ki, ilk defa mumya kültürünün Türkler’den geliştiği ortaya çıkıyor. Bundan dolayı da ben , ”Mısır’daki medeniyet Türk Medeniyetidir” tezine iştirak ediyorum.“

Güney Azerbaycan Türkleri

10. asrın son çeyreğinden 20. asrın ilk çeyreğine kadar yaklaşık 950 yıl İran, Türk hakimiyetinde ya da Türk hanedanı idaresinde bulunan ve orada iskân olunan Türklerin ülkesidir. Dolayısıyla Türklerin ve Türk kültürünün en kesif olduğu ülkelerin başında İran gelmektedir.
Bugün İran nüfusunun yarıya yakınını teşkil etmesine rağmen Türkler İranlıların şovenist  tutumları yüzünden dil ve tarihlerini öğrenme ve kullanmada en geri kalmış Türk kitlesini teşkil etmektedir. Bin yıla yakın Türk idaresi altında yaşamanın verdiği eziklik yüzünden İranlılar belki de Türklere en kötü muameleyi yapan milletlerin başında gelmektedir.
Müslüman bir ülke olan İran’ın nüfusu 60 milyon civarında bulunmaktadır.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Gizlenen Türk Tarihi

Tarih derslerinde size anlatılan bütün safsataları unutun. Gerçek Türk ve dünya tarihini yayınlıyoruz.
Tarih bölümlerimize okutulan, ilköğretimde, orta öğretimde okutulan Türk tarihini kimler yazdı?
Yazıyı Türkler mi buldu?
Roma Hukuku Türklerin Ateş Kültünden mi gelmektedir?
Türkler tek tanrılı bir dine mi sahiplerdi?
Latin alfabesinin temellerini Türkçe mi oluşturuyor?
Batıdaki medeniyetler Türkler sayesinde mi kuruldu?
Mısır Piramitlerinin inşasında Türklerin payı nedir?
Çin sınırları içerisinde Xion şehri yakınlarında gizlenen Beyaz Piramidi Türkler mi yaptı?
Bu ve bunlar gibi birçok sorunuza yanıt olacak, hayretler içerisinde kalacağınız bilgileri içeren yazımıza başlayalım.
Nazi Almanya’sından kaçıp senelerce Türkiye’de hocalık yapan Prof. Numark’ın söyleşisinden bir parça ile başlayalım.

Eski Çağlarda Türkler

Eski Çağlarda Türkler
Eski Çağlarda Türkler

Günümüzde, Türkiye Cumhuriyetinden toprak talebinde bulunanların ya da ülkemizi bölmeye çalışan bazı bölücü unsurların değişik kitap, makale, internet üzerinden yazıp çizdikleri ilmi olmayan yazı denemelerinin bir neticesi olarak kamuoyu ve bilhassa gençliğimiz beyinsel kirliliğe götürülmekte ve bu tür yazılar bölücülüğü destekleyen siyasiler için de bir ciddi malzemeymiş gibi kullanılmaktadır. Bilindiği üzere,Ermeniler MÖ 1300’lerden itibaren Anadolu’nun doğusunda bir kültür kavmi olarak var olan Urartululara sahip çıkmaya çalışmışlar, Tevrat’ta geçen bugünkü Ağrı Dağını kastederek siyasi anlamda toprak talebinde bulunmaktadırlar. Yine bölücülük yapan ve dış güçler tarafından her anlamda finanse edilen unsurlar,Eski Çağda Anadolu ve Mezopotamya’da yaşamış olan kültürlere sahip çıkarak kökü eskilere giden suni bir tarih alt yapısı oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Duha Türkler

Duhalar[2] (Tuhalar[3] veya Tsaatanlar), Moğolistan’ın orta kuzey bölgesindeki Hövsgöl aymağında yaşayan Türk halklarından Tuvaların 2010 yılında 282 kişilik[1] nüfusa sahip soyu tehlike altında olan rengeyiği çobanı Tengrici göçebe kabilesidir. [4][5][6]
Esasen Tuva Cumhuriyetinin Toju ilinde yaşayan Ak Todu, Soyon Kırgız, Hanaçı, Maat, Balıkçı ve Hular boylarının karışımıdır.[7][8] Kendi adları olan Duha/Tuha kelimesi Tuga/Tuha, Tuva/Tıva, Tofa ve Tuba adlarıyla kökteştir. Tabgaçlar için kullanılan Toba adıyla ilgili olduğu sanılıyor ve kimilerine göre Tuvalar bir dönem Çin’i yöneten Tobaların torunlarıdır[9].
Diğer adları olarak Hövsgöl Uygurları ya da Hövsgöl Uryanhayları biçimleri de kullanılır. Yörede yaşayan Moğol kabilesi Darhadlar Duhaları “Uygur” olarak adlandırırlar[10]. Moğolistan’da resmi olarak Tsaatan adı kullanılır ve bu ad Moğolca “rengeyiği” anlamındaki aitlik bildiren -tan ekiyle kuruludur. Moğolcada bazen Uigar Tsaatan ya da Tsaatan Uigar adları da kullanılır.

5 Aralık 2014 Cuma

Derbent – Dağistan Türkleri

Bugün, yirmiden fazla dilin konuşulduğu Dağıstan’daki halkları üç ana grupta toplamak mümkün. Dağıstan’ın %75’i Kafkaslar’ın yerli halklarından, %15’i Türklerden, %10’u Ari’lerden oluşmaktadır. Dağıstan’da 20’den fazla etnik grubun -Tatların dışında- tamamı Sünni Müslüman’dır. SSCB’nin dağılma sürecinde 1 milyon 950 bin nüfusa sahip olan Dağıstan’da, günümüzde 2,5 milyona yakın Müslüman yaşamaktadır.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Kafkas Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığına izin vermeyen Rusya, Dağıstan’da olağanüstü hal ilan etti. Rus yönetimi Dağıstan’da faaliyet gösteren 30’dan fazla siyasal partinin ve cemiyetin faaliyetine son verdi. 1991 yılında Dağıstan’da faaliyetlerine son verilen bütün parti ve cemiyetler Dağıstan’ın en önemli şehirlerinden biri olan Mohaçkale’de bir konferans tertip ettiler. Bu konferansta Rusya yönetiminden tam bağımsızlık talep edildi ve kurulacak Bağımsız Dağıstan Cumhuriyeti’nin anayasa taslağı ortaya kondu. Ancak Moskova yönetimi bağımsızlık ve halk oylaması isteklerini kökten reddetti.

Dede Korkut

Dede Korkutun 570-632 yılları arasında yaşadığı rivayet edilmiştir. Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de gelecekten haber veren olarak da bilinen Dede Korkut rivayetleri ile günümüze kadar ulaşmıştır.
Dede Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dahisidir. Türk destanlarında ve halk hikayelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevi sözlerine rastlamak her zaman mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede Korkut, bütün Türklüğün yegane temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya çalışılan atalarından dır.
Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikayelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.

Çiğil Türkleri


İlk Müslüman Türk Devleti “Karahanlılar Devleti”ni kuran, büyük bir kavimdir. Bu kavimleri tanıtmak aslında tarihçilerin görevidir. Ancak bu konuda boşluk hissedildiğinde, halk kültürü araştırmacıları devreye girerek bu boşluğu doldurmaktadır.
Çiğil Türkleri ülkemizin muhtelif yerlerinde, Avrupa’da ve Orta Asya’da geniş bir coğrafya da halen yaşamaktadır. Konya’mızda yaşadıkları bölgeler, Aşağı Çiğil, Yukarı Çiğil Kasabaları ve Karapınar’ın Çiğil Köyleri’dir. Bu bölgelerde yaptığım araştırmalarda, özellikle “yer adları” bunu ispatlamaktadır. Çiğil; Ortaçağ’da, Orta Asya’da yaşayan bir Türk kavminin adıdır. Ord. Prof. Dr. A.Zeki Velidi Togan Çiğil kelimesinin “iç oğlan” anlamına gelen “iç-gil” kelimesinden geldiğini belirtmektedir.Bu kelime tarama sözlüğünde “çiğin” olarak kullanılmıştır.

Bumin Kağan


Yüce Türk milletinin şanlı tarihinde binlerce kahramana rastlamak mümkündür. Ancak bunlardan Bumin Kağanı da pek çok Türk büyüğü gibi ayrı bir yere koymak gerekir. Çünkü o, Türk topluluğunun milletleşme sürecindeki en önemli şahsiyetlerden birisidir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşadığımız devletin temellerinde de bu büyük insanın rolü vardır. Bumin ve kardeşi İstemi’nin kurmuş olduğu devlet ile onun uzantıları yüzlerce yıldan beri dünyanın en önde gelen ülkeleri arasında bulunmuşlardır.Dolayısıyla onların tesis ettiği Kök Türk Kağanlığı her bakımdan modern bir devlet olup, anlayış ve teşkilat yapısıyla, daha sonraki devletlerimizin de esasını meydana getirmiştir.Çin kaynaklarında ismi T’u-men (Tümen veya Tuman) şeklinde transkripsiyon edilen bu Türk beyi, Aşina sülalesinin nüfuzlu kişilerinden biri idi. Muhtemelen isminin manası “yüzbin” sayısının karşılığıdır.Yani “yüz bin kişinin başı” olmalıdır. Belki de önce “tümen başı” olan Bumin, kağanlığı kurduğu sırada veya daha sonra kendine katılanların sayısı artınca“yüz bin başı” oldu.

4 Aralık 2014 Perşembe

Bilge Kağan

Göktürk Kağanı
Bilge Kağan, 683 yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti’ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun’dur. 8 yaşında babasını yitiren Bilge, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan’ın elinde büyüdü.
Bilge Kağan, amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek 32 yaşında Göktürk Devleti’nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge’nin ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin’i, vezirliğe de Tonyukuk’u getirdi.
Bilge Kağan’ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak, “Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler.

Atatürkün Tarihe Merakı

Churchward’ın “Kayıp Uygarlıklar” eseri 68-70 yıl önce ülkemize getirilip Türkçe’ye çevirtilmiş, uzun zaman incelenmiş ve hakkında raporlar hazırlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından okunmuştur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu ve merak ettiği konulardan biri de Türkler’in ve Anadolu insanının kökleri ve atalarıydı.Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün bu konuya olan ilgisi artarak devam etti. ve bu amaçtan yola çıkarak Nisan 1930’da “Türk Tarih Kurumu” kuruldu.

“Bizim milletimiz eski ve şerefli bir millettir.Zaten Orta Asya’nın Altay yaylalarında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır.Ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibididr”

Asya Hun Devletinde, Devlet Yönetimi

Hun devleti başında bulunan kişi ” tan-hu” ya da “şen-yu” olarak anılıyordu. Tanhu sözcüğü bir ünvan olarak ” sonsuz genişlik” anlamına gelmektedir. Hükümdarlık da kut anlayışı egemendi. 

Hükümdarlığın tanrıdan geçtiği görüşü vardı. Ülke, töre hükümlerine göre yönetilirdi. Şenyunun görevi, ülkede dirliği sağlamak, adaleti gerçekleştirmek, orduya komuta etmek , meclisi yönetmek olarak sıralanabilir . Hükümdarlık babadan oğla geçmektedir. Ülke oğullar arasında doğu, batı, merkez olarak miras bırakılmaktadır. Türk devleti hükümdarı eşine “ka-tun” ( hatun ) denirdi. Yönetimde söz sahibiydi . Büyük Hun Devleti’nde üç meclis bulunuyordu.
 1. Meclis: Dini nitelikte konular tartışılır. Yılın ilk aylarında toplanırdı.
 2. Meclis: Haziran ayında toplanır ve devlet işleri görüşülürdü.
 3. Meclis: Sonbaharda toplanılır ve askeri işler görüşülürdü.

Afganistan Türkmenleri

Türkmenler, özellikle 24 Oğuz boyu, M.S. 8. ve 10. yüzyıla kadar olan dönemde Orta Asya’da kavmi hüviyetlerini ortaya çıkarmışlardır. Türkmenler, İslamiyet’in Horasan’a gelmesi ve Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte Uygur, Kırgız ve Başkırt gibi Türk soylu kavimlerin yanında kendi kavmi hüviyetlerini tespit etmekle kalmayıp, Türkistan ve Orta Asya’da İslam dininin en büyük tebliğcisi ve yayıcısı konumuna geldiler. Tarih şahittir ki Türklerden ilk önce bunlar İslam’ı seçmiştir ve sonra da Türkistan ve Orta Asya’da ikamet eden muhtelif kavimleri ve diğer Türk boylarını İslamiyet’e davet etmişlerdir.
Türkmen’in Kınık boyuna mensup olan Selçukluların, büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu kurmalarıyla Türkmenler, Horasan yani bugünkü Afganistan sınırlarından içeri girdiler ve birçok milleti barındıran Afganistan’da bugüne kadar yaşadılar.
Türkmenler, Afganistan’ın kuzey bölgesinde yaşamakta olup tahmini nüfuslarını yaklaşık 3 milyon olarak tahmin etmek mümkündür. Ayrıca bugüne kadar Afganistan’da yapılmış olan nüfus sayımlarında Türkmenlerin yaşamış oldukları bazı köy ve kasabaları nüfusa dahil

Hazar Türk Devleti,Musevilik Ve Türkler

Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın anlamını biliyorsunuzdur sanırım. Tarihteki 16 büyük Türk devletini temsil eder. Bu 16 yıldızdan biri de, yani bu büyük devletlerden biride Hazar Türk Devletidir. Göktürk Devletinin sona ermesinden sonra kurulmuş ve 200 yıldan fazla büyük devlet olarak kalmış bu Türk devletinin en önemli özelliği neydi? Bilmeyenlere söyleyeyim; bir Yahudi Türk devletiydi, bu Hazar Türk devleti. Yönetim ve halkın yarısı Yahudi idi. Yönetimde Müslüman ve Hıristiyan Türklerde vardı (bugünkü Moldova da ki Gagauzlar, bu Hıristiyan Türklerin torunları).Bu Yahudi Türk devleti, bugünkü Kıyı Ev’i yani Ukrayna’nın başkenti Kiev’i de kuran Türk devletiydi. Bu Hazar Yahudi Türk devleti sona erince, Yahudi dinini benimsemiş Türkler Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan gibi yerlerde kaldı ve büyük bir kısmı da Polonya gibi bazı Avrupa ülkelerine göç etti.Yani, Avrupa’da ki ve hatta ABD’de ki Yahudilerin büyük çoğunluğu aslında Türk’tür. Dünyadaki, İsrailoğullarından olmayan tek Yahudi toplumu bu Avrupa ve Orta Asya’da ki Türk topluluklarıdır. Bence, Osmanlı, İspanyadan kaçan Yahudileri bu nedenle bağrına bastı. Çünkü, Osmanlı, bu Yahudilerin Hazar Türk devletinin torunları olduğunu biliyordu.

HAZAR TÜRKLERİ HAKKINDA KISA BİLGİ


Hazarlar, İdil kıyıları ve Kırım yarımadası arasında imparatorluk kuran bir Türk halkıdır (468-965). Musevî, Bizans ve Arap kaynaklarına göre, Hazar ülkesinde yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Uygur, Hazar, (Ön-) Bulgar, Sabir ve Peçenek gibi Türk boyları olduğu bilinmektedir.

Hazarların kökeni


Hazarların etnik kökeni hakkında kesin bir kanıt olmamakla beraber bu konuda araştırma yapmış bazı SSCB'li tarihçilere göre, Kuzey Kafkasya'nın yerli halklarından biridir. D.M. Dunlop ve P.B. Golden adlı araştırmacılarsa Hazarların, Tiele veya Uygur soyundan geldiğini kabul etmektedirler. [1] 558'den sonraki yıllarda Sasanîler'le savaşa girişmiş Kafkaslar'ın hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar, (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'ta iyice tanınmış, fakat aynı zamanda "Türk" dolarak anılmışlardır. Çin kaynaklarında "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredildiği ortaya çıkmışsa da[2] Peter Golden, Hazarlar ile Uygurlar arasında bir bağlantı kurmanın mümkün olmadığını ve gerçek bağlantının

Kırgız Türkleri Tarihinin Kaynakları


KIRGIZ ADI

Orhun-Yenisey Yazıtlarının hepsi ve Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk, Reşideddin’in Camiü’t-Tevarih eserlerinde Kırgız Türklerinin adı “Kırkız” olarak geçer. Eski Çin kaynaklarında ise Kien-k’uen ve Kie-ku şekillerinde geçmiştir. Kırgız şeklindeki yazılışı ise 16. asırdan itibaren görülür.

Kırgız Tarihinin kaynaklarını Eski Çin kaynakları, Türk-İslam tarihi kaynakları, Rus kaynakları ve yazılı- sözlü Kırgız kaynakları olarak söyleyebiliriz. Kırgız Tarihi kaynakları devirlere göre aşağıda açıklanacaktır.

İSLAM ÖNCESİ DEVİRLERDE KIRGIZ TARİHİ KAYNAKLARI

Çok eski zamanlara ait Kırgızlar dâhil olmak üzere bütün Türk boyları ile ilgili en önemli kayıtlar, Çin kaynaklarıdır. Çin kaynaklarında Kırgız Türkleriyle ilgili siyasi, sosyal, dini, kültürel bilgiler geniş şekilde yer almaktadır[1].

Kırgız Türkleri ile ilgili ilk yazılı bilgiler Eski Çin kaynaklarında (Shih Chi, Han Shu) Büyük Hun hükümdarı Mo-tun devrinde geçmektedir. Kırgız Türkleri, Büyük Hun Devleti’nin kuzey bölümünde güney Sibirya’da Ke-k’un adı ile bulunmaktaydılar[2]. M.Ö. 201 yılındaki bu bilgide Mo-tun’un “ Ke-k’un(Kırgız)ların topraklarını aldı” şeklinde geçer[3]. M.Ö. 101 yılına ait Eski Çin kaynaklarında Hun Türklerinin Kırgız Türklerini tamamen Hun birliğine kattığını belirtmiştir. M.Ö. 49 yılında yine bir Hun seferi ve merkeze bağlılık söz konusu olmuştur[4]. Eski Çin malumatlarına göre Hun Devletinin sona ermesinden sonra Yenisey boylarında Kırgız boylarının oluşturduğu bir devlet yapısından söz edilir[5]. Kırgız Türklerinin kültürü ile ilgili Eski Çin kaynakları arasında en ayrıntılı malumat Wen-hsien T’ung-k’ao 2724a,b,c,2725a belgede bulunmaktadır[6].

Ahıska Türkleri

ANAVATANLARINDAN SEKİZ ÜLKEYE DAĞITILMIŞ BİR HALK: AHISKA TÜRKLERİ
Ahıska ya da Mesket Türkleri tanımları etnik değil coğrafi bir adlandırma olup, Ahıska bölgesi ve Türkleri Anadolu Türklüğünün coğrafi ve demografik bakımdan tabii devamıdır. Tarihte Meskhetia olarak da bilinen bölgedeki Türk varlığı çok eski devirlere dayanmakta olup, 11. yüzyıldaki Selçuklu fetihleri ve Selçuklularla mücadelede yetersiz kalan Gürcü kralının daveti ile 12. yüzyılda Kıpçak Türklerinin de bölgeye gelerek yerleşmesi bölgeyi tamamen Türkleştirmiştir. Gürcü Krallığı içinde güçlenen Kıpçaklar 13. yüzyıl ortalarında bağımsızlıkları ilan etmişler ve hâkim oldukları bu bölgeler tarihte, Gürcüler tarafından da, Atabek Yurdu olarak anılmıştır. Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî Türk devletleri himayesinde varlığını sürdüren Atabekler Devleti 16. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devletine katılmış ve merkezi Ahıska olan Çıldır Eyaleti olarak yeniden düzenlenmiştir. Bölgede Kıpçak ve Oğuz Türklerinin kaynaşması ile oluşan topluluk, Artvin ve Erzurum illerimizin Çoruh nehri ve kolları etrafında ve Ardahan ilimizin Posof ilçesi ve çevresinde yaşayan Türklerle tarih boyunca dil ve kültür bakımından aynı kodlara sahip olmuştur. Ahıska Türkleri, Gürcistan’ın Güney-Batısında, Türkiye’nin Kuzey-Doğusunda yer alan, günümüzde Gürcistan’ın idari yapısı içinde “Samtshe-Cavaheti” olarak adlandırılan vilayette yaşarken 1944 yılında Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürgün edilmiştir. Geçen 68 yıl içinde, sürgün edildikleri topraklara dönüşlerine imkân tanınmayan Ahıska Türkleri günümüzde başlıca sekiz ülkede yaşamakta ve Doğu Anadolu ağızlarının bir devamı niteliğindeki ağız özelliklerini büyük ölçüde korumaktadırlar.

Göktürkler

Göktürkler, 500′lü yıllarda Avarlar‘a bağlı olarak yaşayan ve bir kısmı Aşina önderliğinde Altaylar’ın güneyine göç eden birkaç Türk topluluğunun birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu bilgi hem Çin kaynakları hem de Bozkurt Efsanesi gibi sözlü Türk kaynaklarınca desteklenmektedir.
Bumın, 534 yılında başlarında bulunduğu Türk topluluğunu genişletip güçlendirmek için Tabgaç devletiyle ilişki kurmuş ve 542 yılında Çin‘e sefer düzenlemiştir. Bu sırada Bumın, Juan Juanlar olarak bilinen Avarlarlar’a karşı ayaklanan Tölisler’in isyanını bastırarak 50.000 kişiyi kendine bağlamıştır. Avar hükümdarı ile Bumın arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle, Göktürkler 552 yılında Avarlar’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmişler ve bir bahar baskını ile Juan Juanlar’ı ortadan kaldırmışlardır.
Bumın, Ötüken’de Göktürkler’in kağanı olduğunu duyurmuş; fakat aynı yıl vefat etmiştir. Bumın Kağan’dan sonra devletin doğusunu Bumın’ın oğluMukan; batısını ise kardeşi İstemi yönetmeye başlamıştır. Bu dönemde Göktürk devletinin en parlak devirleri yaşanmıştır. İstemi Yabgu önce Sasaniler’le, daha sonra da Bizans ile ittifak kurmak istemiştir. 572 yılında Mukan Kağan; 576 yılında ise İstemi Yabgu vefat etmiştir.

Uygur Türkleri

Doğu Türkistan toprakları, tarih boyunca birçok Türk kavminin yaşadığı, değişik kültürlerin ve dinlerin buluştuğu merkezî bir bölge olmuştur. Çeşitli milletlerin mücadelelerine tanıklık eden bu bölge, Türk kültürünün oluşması ve gelişmesinde büyük bir öneme sahiptir. Tarihin en eski dönemlerinden beri bu coğrafyada yaşayan Uygur Türkleri, bölgede yaşanan bütün m ücadelelerin, kültürel yapıların ve dinlerin içinde yer almıştır. Tarih boyunca olduğu gibi 19. yüzyılda da Doğu Türkistan topraklarında Çin-Mançu yönetimiyle Uygur Türklerinin mücadelesi devam etmiştir. Bu mücadelelerde Gani Batur, Tömür Helpe, Mayimhan, Nozugum ve Sadir Palvan gibi kahramanlık gösteren kadın ve erkeklerle ilgili sözlü kültür ürünleri teşekkül etmiştir. Bu mücadelelerde öne çıkan, hakkında efsaneler anlatılan ve halk şiiri oluşan tarihî kahramanlardan biri de Sadir Palvan’dır. Hayatının büyük bir kısmı sürgünlerde ve zindanlarda geçen Sadir Palvan hakkındaki tüm bilgiler, sözlü kültür anlatmalarına dayanmaktadır. Aynı zamanda yetenekli bir halk şairi de olan Sadir Palvan, şiirlerinde Çinli yöneticilerle mücadelelerini, ailesi ve gençliğini ve Uygur Türklerinin bağımsızlığı ile ilgili düşüncelerini dile getirmiştir. Makalemizde, ilk olarak Sadir Palvan’ın mücadelesi ve kahramanlığı hakkında oluşan sözlü nesir yaratmalar, daha sonra da ona ait şiirler yaratım ve aktarım, şekil, içerik ve işlev yönünden değerlendirilmiştir.

Türk Gelenekleri

Kurgan
Tümülüs olarak da adlandırılan kurgan, üzerine toprak yığılarak yapılan karakteristik mezar yapılarına verilen addır. Doğu Türkçe’sinde “kale” anlamına gelen kurgan sözcüğü bugünkü Türkçe’de de Urallardan Kafkaslara dek uzanan bölgedeki yığma mezar tepelerini tanımlamak için kullanılır. Eski Türklerde mezara kişi, değerli eşyaları (atları, eşyaları, eşlerinin ve kızlarının saç örükleri gibi) ile birlikte gömülürdü. Koruma amaçlı üzerine toprak ya da taş yığılmış olan kurganların önemli bir özelliği de gömü yerinin belli olması amacıyla etrafının genellikle taş parçaları ile çevrilmiş olmasıdır.
Kurganlar genelde devlet yöneticisi olanlar için yapılmışlardır. Kurganlar tahtalarla, bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Kurganlarda asıl mezar odası bazen dikdörtgen, bazen kare veya oval olabiliyordu. Cesedin bulunduğu yere bazen doğrudan ulaşılabiliyor bazen de bu oda altta yer alıyordu. Ceset odasının döşemesi ağaç kütükleri ve kalastan yapılıyordu. Cesetlerin başı doğuya çevrilmiş olur ve cesetler eşyaları ile birlikte kurganlara gömülürdü. Kurganın farklı bölgelerinde at cesetlerine de rastlanmıştır. Bugüne değin bulunan en önemli kurgan Kazakistan’daki Esik Kurganı’dır.
Esik (Issık, Issyk) Kurganı, İskitlere ait olduğu düşünülen bir kurgan. Önemli kaynaklarda İskitlere ait olduğu iddiası kabul görür. M.Ö. 5. yüzyıl’dan kalma olduğu sanılır. Kazakistan’da Kazak arkeolog Prof. Kemal Akişef tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.